24 Ağustos 2015 Pazartesi

Bir tavşan çukurundan kaçtı, Pandora Hearts



Bitti.

Bunu söylemesi garip hissettiriyor çünkü Pandora Hearts benim için sadece bir manga serisinden öteye geçen bir şeydi. Tam emin değilim ama sanırım 12'nin başıydı seri ile ilk tanıştığımda ki arkadaşım sayesinde olmuştu. Bütün gün o test çözme serüvenin arasında Break'in ne kadar mükemmel olduğunu anlatıp imalı bir şekilde gülünce insan ister istemez neymiş bu seri diye bakıyor. Ama sorun şuydu ki animesi güzel değildi. Daha mangayı okumadan bile beni sarmadı ki arkadaşım bana animenin ne kadar kötü olduğunu söyleyip mangayı okumam konusunda manipüle ettiği için ilk defa bir manga okumaya oturdum. Öncesinde manga okumuşluğum var elbette ama çok fazla olduğunu iddia edemezdim. Manga ve anime kültürü aslında Türkiye'ye çok uzak olmamıştı hiçbir zaman ki bunda TRT'nin Ay Savaşçı'sını yayınlaması, Star'ın Pokemon'u yayınlaması gibi etkenler çok önde ama animeyi anime mangayı manga olarak bilen çok fazla kişi yoktu ki daha ancak bu kitle artıyor. Evet kabul son üç yılda bu kitle çok hızlı büyüdü ama 4 yıl öncesinde yoktu, ya da ben o zamanlar düşündüğüm kadar iyi araştırmamışım.



O zamanlar mangayı okumak dehşet zor gelmişti çünkü ingilizceydi! İngilizce bir şeyler okumanın benim içim Nobel ödüllük bir şeymiş gibi hissettirdiği zamanlar tabi, hehe. Mangayı açıp okumaya çalışır bir şey anlamaz sinirlenir kapatır sonra merak eder tekrar açar tekrar okurdum.

Peki neydi Pandora Hearts'ı bu kadar farklı kılıp da beni inatla kendisine bağlayan?




Alice in Wonderland.

Küçükken belki deli gibi okumasamda bu klasik lisede benim için bir takıntı oluşturdu. Filmler, kitaplar vs... ki Japonların da kendi çizgileriyle oluşturduğu bileşimler benim takıntımı besleyip büyütmekten başka bir işe yaramadı. Şikayetçi gibi konuştuğuma bakmayın ben halimden memnunum.

Mangakamız Alice'i alıp mükemmel bir temaya dönüştürmüş ya nefesinizi kesiyor. Bu öyle kurguyu alıp da kendi karakterleri ile birleştirme değil, dünyayı alıp kendi hikayesi ile birleştirme. Tanıdık isimler gördükçe ah! bunu da kullanmış diyorsunuz ve bir yandan oha! cidden çok güzel kombine etmiş ile devam ediyorsunuz. Abyss'e "düşme"den tutun da çay partilerine kadar her şey sizi gülümsetiyor. Uyarlama bu kadar güzel olunca da her bölümde kendinizi daha da içte buluyorsunuz. Ha bu arada kurgunun gelişimi de sizi o kadar heyecanlandırıyor ki her chapterı ayrı bir heyecanla okuyorsunuz.

Karakterler.



İlk önce biraz sıradan gelmişti Oz. Yani ha tamam işte klasik babasının dışladığı çocuk modunda bakıyorsunuz ama hikaye ilerledikçe Oz'un hikayesinin duygusallığı sizi daha da sarıyor. Spoiler almaktan da vermekten de nefret ettiğim için Oz'un karakteri ile ilgili fazla bir şey söylemeyeceğim ama yine de mangakayı planladığı ve 90 küsur chapter boyunca hiç bir okuyucuya çaktırmadığı gerçek için de tebrik ediyorum. Well done, Mochizuku Jun. Well done...



Ama bir yandan da Gilbert'ın o gizemli havasına kapılıyorsunuz ki artık inkar edemeyeceğim bir şekilde gizemli yakışıklı çocuklara aşık olma takıntım da beni her bölümde Gilbert'a daha da bağladı. Ha tabi ilerledikçe bu gizemli kişiliğin aslında bir minnoş olduğunu öğrenmek de ayrı bir güzellik.




Mangakamıza bir tebrik mesajı daha yolluyorum. Çünkü her ne kadar "Alice"in sırrını diğerlerine göre daha erken öğrendik dedikse de mangaka ilerledikçe bizi şaşırtmayı ve her yeni adımda bize bildiğimiz şeylerin eksik ya da yanlış olduğunu kanıtlamayı kendine bir vazife bildi. Ama Alice'in normal ve "anlayışlı" olmaktan uzak o hali bizim için yeterliydi.




Break. Kesinlikle gelmiş geçmiş en renkli karakterlerden birisi ki manga/anime dünyasında eşine az rastlanır belki rastlanmaz diyeceğiniz bir karakter. Ama mangakamız Break'i kullanarak okuyucularıyla oynamaktan da sadistik bir zevk alıyor benden söylemesi.




Elliot. Ya ağzımı açacağım spoiler olacak. Gerçekten sevmiyorum spoiler olayını... Ama Elliot manganın ilerlemesine fazlasıyla katkıda bulunan bir karakter. Bana kalırsa mangaların en sıkıcı problemi karakterler ne kadar "ilginç" ya da "orjinal" olursa olsun bir süre sonra kendi aralarında monoton diyaloglara bağlayabiliyorlar. Zaten bu yüzden her chapterda ya da bölümde yeni bir karakter giriyor ama bu karakterlerin bir çoğu da kalıcı olmuyor. Çünkü bu sefer de ana konudan/karakterden uzaklaşma tehlikesi var. Bu yüzden giren karakterleri çok güzel ayarlamalı mangaka. Elliot mangakanın bu konuda ne kadar başarılı olduğu sadece "bir" kanıtı.

Giren her karakterin kendince bir rengi ve sesi var *uzun uzun anlatmaya dayanamayacağım için fazla isim vermiyorum*


Kurgu bazı yerlerde biraz sıkıcı bir havaya bürünmüştü benim için ki bu yüzden uzun süreli aralar verdim okurken. Ama uzun süreli aralarımın bir diğer sebebi de manganın aylık yayınlanmasıydı. Dile kolay 104 chapter. 5 yıldan fazla bir zaman. Benim gibi bir insan için fazlasıyla uzun ki mangayı hatırlayıp okumam bile aslında seriye ne kadar bağlandığımın bir başka kanıtı.



Çizimler. Mangaka detaylar konusunda fazla dikkatli. Kıyafetlerden mekanlara, araba detaylarından chainlere kadar bir çok konuda hiç üşenmemiş oturmuş çizmiş. Büyük başarı valla ki bunu seri boyunca koruması hele hele seri boyunca çiziminin gözle görülür bir şekilde gelişmesi okuyucu ayrı bir mutlu ediyor.

Biraz mazoşistçe bir madde olacak ama manganın sadistliği. Şunu söylemeliyim ki manganın içinde çok fazla mutlu son yok. -son olarak sondan bahsetmiyorum, içindeki her şeyden bahsediyorum-  İçindeki her hikaye kendince bir duygusallığa ve melankoliye sahip. Her karakterin taşıdığı ayrı bir acı var. Öyle bir an geliyor ki yeter ulan! diye bağırmak istiyorsunuz. Ama manganın genel havası zaten hep bir hüzün içinde. Gel gör ki buna rağmen bir çok sefer sizi gülümsetiyor. Hatta klasik olacak ama geçmişe bakıp ağlamak yerine içinde bulunduğun anı değerlendirip geleceğe sahip çıkmak üzerine çok fazla şey içeriyor. Yalnız olmanın ne kadar korkutucu olduğunu bir daha şekillendiriyor. Şimdi böyle mazoşitlik filan dediğime bakıp da okumamazlık yapmayın çünkü okuduğunuzda hüzünlenseniz bile sizi fazlasıyla mutlu edecek bir seri.

Mangakasının kadın olması da benim için önemliydi. Önemli yanlış kelime daha doğrusu güzeldi. Feminist değilim -gerçekten!- ama bir kadının sanat alanında öne çıkması beni mutlu ediyor. Hani biz diyoruz ya kız başımıza ne yapacağız diye işte bu tarz insanlar olay kız/kadın olmak değil insan olmak diyor ve bize aslında bir çok şeyin yapılacağını gösteriyor. Nasıl buraya bağladınız demeyin, içimden geldi, hehe.

Ve son olarak da benim için kişisel bir anlamı. 12. sınıf. PH dediğim an aklım sürekli test kitaplarının üstünde yaptığımız teori muhabbetleriyle doluyor. Bir şekilde ikisi birleşmiş işte ve bunca yıldan sonra ayrılmadı da. Belki de PH her şeyden önce benim geride kalan bir zamanıma ait olduğu için bitişi beni biraz hüzünlendirdi.

Çok konuştum, yine. Uykuya ve yorgunluğa verin ama PH'ı atlamayın derim. Animesi güzel bir adaptasyon olsa da bir şekilde eksik kalmış. Belki mangayı takip etmeye çalıştıkları için böyle oldu ama 6. bölümden sonrasını izleyemedim ve nadir olarak yapsam da yarım bıraktığım animelerin arasına attım. Türkçesi var mı bakmadım ama mutlaka vardır. Hem PH mangalarla tanışmak için güzel bir başlangıç...

Lenore is out!


Not: Volume kapaklarının ne kadar mükemmel olduğunu bir kez ve bir kez daha belirtmem bence de yetersiz olur ama idare edin.




Resimlerin hepsi google aramalarından.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder