15 Ağustos 2015 Cumartesi

Same old, same old (Summertime sadness, sa-sa-sadness...)




Blog işinden öğrendiğim kesin bir şey varsa o da kesinlikle 'bundan sonra...' kelimelerini sıralayıp ardından uzun vadeli bir zamanı kapsayan sözler vermemek. Şimdiye kadar onlarca kez denedim, dedim ki bak Lenore, bak kızım, belki blog olayı olur da senin de kafanı toplayıp düzenlemene yardım eder (hani düzenli yükleyeceğim ya) olur da biraz değişiklik katar hayatına, biraz da sorumluluk belki. Başladığım çoğu blogu yarım bıraktım. Hatta bir posttan öte gitmedi.

Bundan sonra büyük sözler yok.

(Zaten blogların nasıl çalıştığını kavrayacak kadar bile karıştırmıyorum, hehe)
Yazacağım ama ne zaman kafama eserse. Şimdiye kadar keyfi dışında bir iş yapan birisi olmadım ki belli ki bundan sonra da olmayacağım. Ne yapalım. Karakter meselesi, çöpe de atamıyorsun ki...

Neyse.

Yaza başladık hatta bitiriyoruz. E peki neler yaptı bu kız tatilde?

Yattı. Gerçekten aklıma başka bir şey gelmiyor... İnsanın içi acıyor, hani güzelim tatili bir kez daha boşa harcadık diye bir süre sonra alışıyorsun. Ve garip bir şekilde bu yıl tatilim o kadar da kötü değildi diye düşündüm.

Okudum öncelikle. Yıl içinde okuyamadığım yazarların acısını çıkardım. Bakınız:

Brandon Sanderson. Türkiye daha çok yeni keşfediyor bu yazarı. Akılçelen kitaplar sağ olsun onlar sayesinde geç de olsa keşfediyoruz. Dex yayınlarından da çıkan kitabı var her ne kadar henüz okuyamasam da ama ben asıl emeği Akılçelen yayınlarında görüyorum. Ayrıca çevirmenimiz Can Sevinç'e de bu konuda baya teşekkür etmek gerek. Peki kimdir Brandon Sanderson? İşin aslı böyle hafif tontiş, gözlüklü, Amerika'da nerd, Türkiye'de inek denilen takıma giren, evli ve mükemmel şirinlikte bir oğlu olan bir adamcağız. Ha bir de kendisi fantastik edebiyatın prensi olarak kabul ediliyor. Öncelikle fantastik alanında yeri kesinlikle inkar edilemez temel yapı taşı olan Robert Jordan!ın Zaman Çarkı serisinin kurtarıcısı. Nasıl? Robert Jordan amcamız maalesef başladığı büyük işi (gerçekten büyük, yaklaşık 14 kitap 10.000 sayfa) bitiremeden bu dünyadan göçünce Brandon Sanderson imdada yetişiyor ve seriyi Robert Jordan'ın notlarının yardımıyla bitiriyor. Bu şekilde fantastik edebiyata yeri değişmez bir şekilde ismini kazıyor. Ama olay sadece bu değil. Gerçekten. Öncelikle Mistborn serisi diyorum. Şimdiye kadar okuduğum en mükemmel fantastik kitaptı. Bununla ilgili ayrı bir zaman konuşmak gerek o yüzden atlıyorum ama bir göz atmanızı tavsiye ederim. Ayrıca The Stormlight Archive serisi de çok ayrı bir olay. (Buna da ayrı bir sayfa ayırmak lazım) Henüz okumasam da film/dizi hakları alındığı iççin bir kaç yıla ekranlarda da görme ihtimalimizin olduğu Steelheart serisi de var. Yine başka bir seri Elantris... Ayrıca yazara hakkını vermek gerek. Ben iki hikayeyi aynı anda yazamıyorum ama aynı anda yaklaşık 3-4 seriyi götürüyor.


Ray Bradbury. Fahrenheit 451 kitabının kapağını açtığımda hayatımı değiştiren yazar. Bunu anlatması çok zor ama hayatıma derin ve asla unutulmayacak bir iz attı bu kitap. Özetini filan anlatmayacağım, internette çok ki bir de filmi var. Ama özetine bile bakmadan okumanızı tavsiye ederim. Yazar 2012 yılında aramızdan ayrılınca gerçekten üzülmüştüm. Edebiyatta yeri doldurulmaz bir boşluk açılmıştı ama aynı zamanda o zaman fark etmiştim; ben bu yazarı iyi tanımıyordum. Ama yok okul yok şu bu derken ancak bu yıl kitap fuarında gidip kitaplarını toptan aldım. İthaki yayınları sağ olsun yazarı Türkçe'ye kazandırmaya ant içmişler ki çok da iyi yapmışlar. Halen daha kitapları çevrilir ve yeni yeni kitaplarını görüyoruz ki Karahindiba Şarabı buna örnek verilebilir. Yazarın üslubu benim için biraz garip. Bunu Şimdi ve Daima ile Mars Yıllıklarını okurken fark ettim. Başlangıçta çok iyi odaklanamıyorum çünkü sayfalar çevrildikçe ne oluyor yahu sorusu zihnimi dolduruyordu. Ama yazar bir noktalama işaretine gelince beni öyle bir yakalıyor ki soru size o kadar da önemli görünmüyor. Bilim kurgu havası da belki bana biraz 'değişik' gelmiş olabilir çünkü bilim kurgu izlemeyi sevsem de okuma konusunda o kadar iştahlı değilim. Ama yazarın ironikliği kelimer arasına sıkıştırıp kişinin ruhuna bir ayna yönlendirmesi inkar edilemeyecek kadar başarılı.



Ejerdehaların Dansı. Ağzımı açmayacağım George R. R. Martin. Dedem yaşımda bir adama küfretmek istemiyorum.



John Green. Millet internette adama küfürler sıralayınca ne oluyor yahu demiştim ama o zamanlar yine bir şekilde ertelemiştim. D&R sağ olsun ingilizce kitabını indirimli görmüştüm ve hemen almıştım. Lanet adam. Hayatıma Hazel ve Gus adında iki karakter soktu ve her şeyi değiştirdi. Uzun zamandır bu tarz bir roman okumuyordum ama neden yazarın bu kadar 'sevildiğini' anladım. Gerçek. Adamın kaleminden süslü bir edebiyat ya da duygusal yorgunluk çıkmıyor. Saf bir gerçek çıkıyor. Hani hepimizin yaşadığı ve o süslü kelimelerle anlatmadan bile göğsümüzün ortasına oturan o gerçek. The Fault in Our Star. Üstüne konuşulması gereken bir kitap.

Küçük Prens. Evet biliyorum. Ve evet, ancak şimdi okudum. Ve evet bunu da biliyorum. Şimdiye kadar okumadığım için fazlasıyla şanssızım.



Elbette sadece bu kadar değil. Daha okuduğum ve okumakta olduğum bir kaç kitap daha var ama konuştukça hepsi hakkında ayrı ayrı uzun uzun konuşmak istediğimi fark ettim. O yüzden kesiyorum, hehe.

Ha, animelere geri dönüş yaptım. Öyle afilli bir giriş değildi ama gömdüğüm otaku ruhunu canlandırmaya yetti.

Müzik? Yazın başında yaptığım en güzel şey telefonumu sıfırlayıp bütün albümleri baştan atmaktı. Müzikte çok şey kaçırmıştım. Bunun bir kısmı tembelliğimin bir kısmı da yıl içindeki korecan takıntımın sonucuydu. K-POP iğrenç filan değil sonuçta artık o kadar dinliyoruz seviyoruz ama sorun şu ki içimdeki o power metal, punk, hard rock gibi sınırsız kaynağa yeterli değil.

Film. Çok ciddi filmlere dizilere yönelmedim ama tadımlık filmler izledim ki çok iyi yaptım. Ben bu yıl neler kaçırmışım yahu?

Çok konuştum. Çok konuştum. Parmak kaslarım ağrıdı ama iyi de oldu. Parmaklarım hikaye yazmak için kaşınıyor bu yazı ile ısınma turunu tamamlamış olduk. Tatilimin son dönemecinde bu blog beni biraz oyalayabilir ama bakalım belki de bu yazıdan sonra kapatır bir daha açmam. Önemli olan şu an değil mi? *hıh* hehe -blogda smiley kullanmayı sevmediği için hehe harflerine mahsur kalmış bir yazar var burada-

Şimdilik bu kadar.
Lenore is out!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder