All that we see or seem Is but a dream within a dream.
12 Eylül 2015 Cumartesi
Bilim Kurgunun ötesinde İnsanlık
Son zamanlarda bir baktım da baya baya bilim kurgu ile içli dışlı olmaya başladım. Her ne kadar her alandan kendime okuyacak/izleyecek/dinleyecek bir şeyler bulma konusunda iyi olsam da bilim kurguya olan ilgimin çok da fazla olduğunu söyleyemem. Hatta bir ara bilim kurguyu itici bulduğum zamanlar bile olmuştur. Tabi ki hiçbir günahı yok bilim kurgunun ama belki de fiziği suçlayabiliriz bunun için. Fiziğe karşı sahip olduğum itici kuvvet bir ara o kadar güçlenmişti ki bilim kurgudan elimi ayağımı çekmiştim. Bilim kurguya dönüşüm sanırım Ray Bradbury ile başladı. Fahrenheit 451'i nasıl ele geçirip okuduğumu hatırlamasam da hayatıma bir çizik attı ve elbette yazarın hayal gücü ve de fikirleri diğer kitaplarını da merak etmeme sebep oldu. Bir kitap fuarında İthaki'den çevrilen bütün kitaplarını satın aldım ve yıl içinde elime geçtikçe okudum. Yazarın her kitabı kendisine has bir havaya sahip ama hepsinde bilim kurgunun kullanımı öne çıkıyordu.
Ne yapıyordu yazar?
İnsanların hayal ürünü dediği bir kaç şeyi alıyor ve içine insanlığı koyuyordu.
Bilim kurgunun genelinde var bu durum sanırım. (Sanırım diyorum çünkü hala daha bilim kurguyu çok iyi okuduğum, hakkında fazla bilgim varmış gibi konuşabileceğim söylenemez. Genel bir bakış diyebiliriz buna.)
Fantastiğe beni çeken noktalardan bir tanesi buydu. Evet, anlattığı şeyin gerçekle en yakın bir ilişkisi yok ama aslında biraz gözlerinizi kısıp detayları yakalayınca aralara sıkıştırılmış insanlığı görebiliyorsunuz. Bu durum bilim kurguda bir tık üstte. Belki bunun ana sebebi bilim kurgu her ne kadar bir çok açıdan değiştirilmiş de olsa esas konu olarak insana sahip olması.
Bu yazıya nereden başladım? Interstellar.
Film geçen yıl çıktığında yankıları elbet duymuş olsam da sınav haftası mağduru olarak sinemaya gidememiş ki buna baya üzülmüştüm. Ama tabi okul koşuşturması ve de filmlere verdiğim uzun ara hesaba katılınca film uzun zamandır izlenecek klasörümde beklemedeydi. Geçen gün arkadaşımla orada oraya atlayarak konuşurken konu filme geldi. Nasıl izlemezsin diyerek bir şaşkınlık yaşadıktan sonra mutlaka izle dedi. Tamam dedim ve işte, iki oturuşta da olsa filmi bitirdim.
Interstellar filminden beklentim büyüktü. Uyandırdığı yankı olsun Oscar ödüllerindeki başarısı olsun -gerçi sadece efektlerde ödül almış olabilir- beklentimi yukarı çekmişti. Bu pek de iyi bir şey değil çünkü en son aynı şey olduğunda film beklentimi karşılayamamış ve ee? sorusunu ben de bırakmıştı. Interstellar da aynı şey olmadı. -yey!-
Filmin anlatımı beni daha en başta yakaladı çünkü oldukça sevdiğim bir yöntemi seçmişti. İzleyiciye olayı çözmesi için zaman veriyor ve açıklama yapacaksa bile bunu ilerleyen noktalarda sıkmadan yapmayı tercih ediyor. Önce filmin geçtiği dünyayı tanıyorsunuz ama bu süre zarfında olan olayları kaçırmıyor aksine bu kısımlarda duygusal temeli oluşturuyor. Filmde önce bir aileyle başlamış bu anlatım için. Ailenin bağlarını incelerken bir yandan da dünyayı çözüyorsunuz. Hatta bir kaç nokta da acaba fantastiğe mi bağlayacak diyorsunuz ama bu sorular uzun bir süre kenarda kalıyor. -ama beklediğine değiyor- Sade bir anlatımı var ama bir bilim kurgu filmine göre, hele ki uzak olmasa bile yakın gelecekte geçen bir filme göre- basit, gösterişten uzak. Sahnelerin genişliği ve sonsuzluğu da izlerken sizi rahatlatıyor. Olaylar başlayıp uzayın dibine çekildiğinizde bile film sadeliğinden vazgeçmiyor. -bu konuda Gravity filmi ile benzer noktaları var, Gravity'e benzer bir kullanım olsa da özgünlüğünü ortaya koymuş- Üstelik bu anlatım içinde hem astronotların o heyecanını yakalıyorsunuz -basit yerlerde bile ahanda ölecekler gerilimini başta gereksiz görmüştüm ama sonra düşününce adamlar uzayda, her an ölebilirler!- hem de kendinizi filme daha iyi adapte ediyorsunuz.
Peki olay sadece filmin anlatımı mı? Hell NO!
İnsanlık demiştik değil mi? Bana kalırsa filmde çarpıcı nokta insanların önemli noktalarda aldığı kararları bencillikten ve egodan ne kadar sıyırıp sıyrılamadığı konusunda gösterdiği örnekler. Çok fazla anlatmayacağım zira spoilerdan nefret ederim. Ama izlerken dikkat edin/ettiyseniz bazı karakterler aldığı kararların "bütün insanlık" için olduğunu söylese bile izleyici bunun doğru mu olduğunu yoksa karakterin kendi hayatını kurtarmak için ortaya attığı bir bahane mi olduğunu tam olarak söyleyemiyor. En azından söylenmemesi gerektiğini düşünüyorum. Neden? Çünkü ekranda izlediğimiz şeyleri bizde yapıyoruz.
Gördüğümüz her an aslında bizim hayatımızda da var. Tamam belki uzay boşluğunda olunca her şey çok daha süslü görünüyor ama hadi? Biraz düşününce bizde hayatımızda bazı anlarda duygularımızın ötesinde karar vermeye çalışmıyor muyuz? Çoğu zaman başarısız oluyoruz zira yapılan bazı araştırmalar insanların tercih yaparken gelecekten çok geçmişi yani birikimini düşündüğünü kanıtlamış. Ama bir noktada olur da bütün duygularımızdan öte bir karar versek -ki gün içinde bunu bir çok kez verdiğimiz de oluyor, sadece belki bizim fark edebileceğimiz kadar duygusallığa sahip değiller- hayatımızda yeni bir çizik atılmış oluyor.
Bilim kurgunun en güzel noktası bu. İnsanı olabilecek en uç noktaya getiriyor ve insanın özünü saf bir şekilde ortaya koyuyor. Bana sorarsanız gerçek hayatta insanların özünü görmek için bu kadar uç şartlara gerek yok. Ama etrafımız o kadar fazla kargaşa arasına gömülmüş ki biz bu özü göremiyoruz. Çoğu zaman insanlar karşımıza geçip bizim için ne kadar üzüldüklerini ama yardım için ellerinden hiçbir şey gelmediğini anlatır ve biz de ah önemli değil deriz. Ama son zamanlarda bunun o kadar da doğru olmadığını fark ettim. Anlayış önemlidir ama harekete geçirmiyorsa hiçbir anlamı yoktur. Ama elbette bu aynı zamanda bu kadar keskin bir sonuç değildir.
Hocalarımızın sıkça söylediği bir şey var, tıpta 2+2 her zaman 4 etmez derler. Her hasta için her ameliyat için uygulanması gereken ayrı kurallar vardır. Hayatta böyle. Her kişi her yer ve her zaman için uygulanacak ayrı kararlar vardır. İnsan da yaşam da dinamiktir ve sürekli akar. Bu yüzden dün aldığın doğru bir karar bugün uygulanmak için doğru olmayabilir. Yanlış kararlar alabilirsin, böyle bir zamanda pişman olmak bunun için bir sonuç değildir, Keşkeler de yardımcı değildir. Devam etmek zorundasın ve başka bir çıkış noktası bulmak zorundasındır.
İzafiyet teorisi, zaman bükülebilir, genişleyebilir, katlanabilir ama asla geriye akmaz.
Filmin bizi götürdüğü uç noktalarda ben bunu gördüm.
Yine fazla koptum ama bir alışkanlık işte.
İzlemediyseniz mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.
10/10
Lenore out.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder